Günahlar af dilersen ya da ibadet edersen affolur! Bu cümle, birçok insan için teselli mi yoksa gerçeğin ta kendisi mi?
Günahın affolacağına inanan insan, günah işlemeye daha kolay cesaret edebiliyor. Zihinde şöyle bir hesaplama oluşuyor: “Nasıl olsa sonunda affedileceğim, o halde yapabilirim.” İşte tam da bu, günahın affedilmesi düşüncesinin günaha zemin hazırlaması demek olabiliyor.
Tarihin her döneminde otorite sahipleri, insanları kontrol etmek için korku ve umut dengesini kullandı. Toplulukları susturmanın en kolay yoluydu. Zaten öyledir ki susturanlar dünyanın bütün zevklerinin keyfine vardılar.
Bir yanda cehennem korkusu, diğer yanda cennet ve affedilme umudu… Böylece insanın vicdan terazisi bozuldu. Çünkü gerçekten ahlaklı olmayı değil, sadece “yakalanmamayı” ya da “sonradan affedilmeyi” düşünür hale geldi.
Sorulması gereken soru şu: Gerçek ahlak, affedilme umuduyla mı olur, yoksa hesap verme bilinciyle mi? Eğer bütün günahlarımız bir dua ile silinecekse, o zaman neden kötülüğe karşı direnelim? Neden başkasının hakkını yemekten sakınalım? Sonuçta “af” butonu her an elimizin altında.
Oysa vicdan, dini otoritelerin sunduğu affa değil, insanın kendi iç muhasebesine dayanır. Bir kötülük yaptığımızda içimizde yanan ateş, en büyük cezadır. İnsan kendi vicdanına hesap veremiyorsa, dışarıdan gelen “affedildin” sözü, sadece bir kandırmaca mı yoksa gerçeğin ta kendisi mi olur? Bu sorunun cevabı insanın kendisinde!