Din ile insanın beynine öyle bir ağ örerler ki, karşısına kocaman çelişkiler çıksa bile, onları görmezden gelmeyi başarır. Hatta kendi kitabında yazılı olanı inkar edecek kadar. Bu yüzden kutsal kitaplara eleştirel bir gözle bakmak, çoğu toplumda en büyük tabudur. Oysa orada yazılan ayetlerin bir kısmı bugün eşitlik ve adalet anlayışımızla örtüşmüyor.
Mesela kadın ve erkek arasındaki açık eşitsizlikler… Kur’an’da miras konusunda açık hüküm vardır: “Allah, çocuklarınız hakkında erkeğe iki kız payı kadar tavsiye eder.” (Nisa 4:11). Bunu hangi mealda okursanız okuyun aynıdır. Yani erkek kardeş, kız kardeşinin iki katı miras alır. Adalet midir bu? Bugün aynı evde büyüyen, aynı sofrada oturan kız ve erkeğe, sırf cinsiyetleri farklı diye farklı pay verilmesini hangi vicdan kabul eder?
Şahitlik konusunda da durum farklı değildir: “Erkeklerinizden iki şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ile iki kadın olsun.” (Bakara 2:282). Kadının sözü yarımdır, eksiktir. Onun şahitliği tek başına geçersizdir. Bu hüküm hangi eşitlik anlayışına sığar?
Dahası, aile içi ilişkilerde dahi erkeğin üstünlüğü ayetlerle temellendirilir: “(İtaatsizlik eden) kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın ve onları dövün.” (Nisa 4:34). Yüzyıllardır bu ayet, milyonlarca kadının evinde şiddetin meşruiyet belgesi olmadı mı?
Diğer mealleri de karşılaştırın hepsinde aynı çeviri çıkar.
Bütün bunların yanında kölelikten cariyeliğe, çok eşlilikten ganimet paylaşımına kadar sayısız hüküm var. Ve garip olan şu ki, bunlar yazılı olduğu halde milyonlarca insan hala “bizim dinimiz eşitlik dinidir” diyebiliyor. Görmezden geliyor, inkâr ediyor. İşte beynin örülmesi tam da budur: Kitap açıkça söylüyor, fakat zihin reddediyor.
“Hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın.” (Nisa 4:3). Bugün eşitlik savunan bir toplumda bu ayet, hangi vicdana sığar?
“Sahip olduğunuz cariyelerden…” (Nisa 4:3, Nahl 16:71) ayetlerinde köle ve cariyeler açıkça meşrulaştırılır. İnsan özgürlüğünün kutsal olduğu iddiası, bu satırların yanında erir gider.
Kâfirlerle savaşın, onları bulduğunuz yerde öldürün.” (Bakara 2:191).
Müşriklerle savaşın, onları bulduğunuz yerde yakalayın, hapsedin, pusu kurun.” (Tevbe 9:5).
Merhametin, barışın, hoşgörünün kitabında bile “bizden olmayan” için kılıç ve kan hükmü vardır.
Kafirler için “onlara kaynar su içirilecek, bağırsakları parçalanacak” (Muhammed 47:15) denir. İnananlara ise huriler, ırmaklar, köşkler… Yani öteki dünyada bile ayrım, ödül ve ceza üzerinden ayrıştırma sürer.
Şimdi kendimize şu soruyu sormalıyız: Bir metin, yüzyıllar boyunca toplumları yönlendiriyor ama adalet terazisinde her defasında aynı kefeyi aşağıya çekiyorsa, bunu hala sorgusuz sualsiz kabul etmek aklın mı, yoksa alışkanlığın mı sonucudur?
Din, güçlüdür; çünkü düşünceyi dondurur. Ama asıl güç, dogmayı sorgulayabilen, ayetin karşısında dahi eşitliği savunabilen insanda olmalıdır.