Pyotr Kropotkin, 19. yüzyılın sonlarında, Darwin’in “türlerin kökeni” tartışmalarının hâlâ kızgın olduğu bir dönemde, evrim teorisine bambaşka bir pencere açmıştı. “Karşılıklı Yardımlaşma” adlı kitabında, hayatta kalanın en güçlü ya da en kurnaz değil, en işbirlikçi olan olduğunu savunuyordu. Sibirya’nın buzlu steplerinde, sürü halinde avlanan kurtları, göç ederken birbirini taşıyan penguenleri, hatta karınca kolonilerini gözlemlemiş ve şu sonuca varmıştı: Doğada rekabet kadar, hatta ondan daha fazla, dayanışma vardı. Evrim, diş ve pençe kadar, el ele tutuşarak da ilerliyordu. Bu fikir, dönemin sosyal Darwinistlerine (Spencer’lara, Huxley’lere) ters düşüyordu; çünkü insan toplumuna da aynı yasanın uygulanabileceğini söylüyordu: Zulmün, eşitsizliğin, devletin baskısının “doğal” olmadığını, aksine insan türünün en iyi yanlarını körelttiğini…

Kropotkin’in evrim anlayışı aceleci değildi. Milyonlarca yılda, küçük adımlarla, deneye yanıla ilerleyen bir süreçten bahsediyordu. Bir tür, bir gecede değişmez; değişim, nesiller boyu birikir, bazen geri gider, bazen durur, sonra yeniden hızlanır. Bugün de aynı yavaşlık, aynı sabır, toplumsal evrimde kendini gösteriyor.

Nazım Hikmet’in kitaplarını düşünün. 1950’lere kadar Türkiye’de basılması, satılması, okunması yasaktı. Bir Nazım şiiri bulsalar, hapis, işkence, sürgün… Kitapları yakılır, adı anılmazdı. Sonra bir gün, yavaş yavaş, yasak kalktı. Artık kitapçı raflarında duruyor, devlet tiyatrolarında oyunları sahneleniyor, lise müfredatına bile kısmen girdi. Kitap serbest, ama düşünce hâlâ tam serbest değil. “Komünizm propagandası” maddesi kalktı ama onun yerine yeni maddeler geldi. Bir tweette, bir şiirde, bir romanda “devletin manevi şahsiyetini tahkir” diyebiliyorlar. Düşünce suç olmaktan çıkmadı; sadece suçun adı, yöntemi, dozu değişti.

Bu da evrimsel bir süreç işte. Bir gecede devrim olmuyor; oldurmaya kalktıklarında da çoğu zaman eski baskının yeni bir biçimi doğuyor. Tarih, hep bu yavaş tempoyla ilerledi. Kölelik binlerce yıl “doğal” sayıldı; bir anda kalkmadı, önce “köle ticareti” yasaklandı, sonra kölelik, sonra ırk ayrımı, sonra… hâlâ bitmedi ama yol aldı. Kadınların oy hakkı için bir asır mücadele edildi; bugün hâlâ eşit ücret alamıyorlar ama dün sandığa gidemiyorlardı. Eşcinsel evlilik, 20 yıl önce çoğu ülkede hayal bile edilemezdi; şimdi sıradan bir haber.

Hiçbiri bir sabah uyanıldığında olmadı. Hepsi, Kropotkin’in dediği gibi, karşılıklı yardımlaşmayla, dayanışmayla, inatla, nesiller boyu biriken küçük zaferlerle geldi. Geri gidişler oldu, faşizmler yükseldi, kitaplar yakıldı, şairler hapsedildi. Ama uzun vadede, türümüzün işbirliği içgüdüsü, baskı içgüdüsünden daha güçlü çıktı.

Bugün düşünce hâlâ kısmen suç. Yarın daha az suç olacak. Öbür gün, belki hiç olmayacak. Çünkü evrim durmuyor. Yavaş, inatçı, bazen görünmez ama durmaksızın ilerliyor.

Sabır, en devrimci erdemdir. Nazım’ın dediği gibi: “En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız.” Onlar da gelecek. Milyonlarca yılın küçük adımlarıyla.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir